Uncategorized

Patagonya – Ushuaia

28 June 2017

Bir yandan evsizlik, barksızlık kaygısı, diğer yandan kafada havaalanına gitme, bagaj vermeden uçağa sıvışma planları… derken bir sürü belirsizlik içerisinde risk almanın verdiği tarif edilmez zevk ile 9 Temmuz Caddesi’ndeki otobüs duraklarından zafer mutluluğuyla bindiğimiz 45 numaralı belediye otobüsü şöförünün kendi dilinde sarf ettiği bir tomar lafın üzerine önce OK deyip, birkaç durak sonra Retiro’da indirmesi « N’ooluyo yaaa, ne güzel sıcak sıcak havaalanına gidiyoduk » dedirtse de bizimle aynı anda otobüsten indirilen kızın da elindeki bavulla durakta beklemesi endişelerimizi biraz dindiriyor. « U’r also going to the airport » sorumuza verdiği « Yes, to Ushuaia » yanıtıyla sabahın o saatinde aynı uçağın yolcusu olduğumuzu bilmenin tarif edilemez güveniyle doluyoruz . Bir sonra gelen otobüse binecekmişiz. Eeee, bi daha mı para vericez yani ? O kadar ekomoni yapacaz diye SUBE kart aldık. « No » diyor « the driver is going to arrange ». OK, beş dakika içerisinde bir sonraki otobüs geliyor. Hem de maestroda rastalı, piercingli, çılgın bir driverla. Adam uçuruyor adeta otobüsü. Yemin ederim kız olmasaydı Ushuaia’da inerdik otobüsten « terminus » anonsuyla 🙂

Gelsin sıradaki karmaşa… Elektronik check-in’i yapılmış uçuşun biniş kartlarını basmak gerekiyor kiosktan. Aksi taktirde kontuarda bagaj polemiği yaşanacak. Adamlar her tarafa altını çize çize yazmışlar kabin bagajı tek bir parça ve ufak boy olmalıdır diye. Kiosk ekranında dil seçeneği yok. İnsan yıllarca kafa patlatıp, dilbilim doktoru olunca diller arasında bağıntılar kurabiliyor. Analogie yöntemiyle basılan seçenekler sonrası biniş kartları dökülüveriyor kioskun ağzından.

Geriye kaldı kabine girmek. Bilet alırken, check-in yaparken ve hatta biniş kartı basım aşamasında bile « okudum, anladım, kabul ediyorum » diye işaretlettikleri kabin bagajı ölçülerine uygun olmadığımız kesin. Neyse ki sabahın bu saatinde kimse uğraşmıyor ve dört saatlik Ushuaia uçuşu sorunsuzca başlıyor. Bu saatte uçak bomboş olur, boylu boyunca yatıp uyuruz hevesleri kursakta tango yaparken, bir kişilik bile boş koltuk olmayan uçaktaki bu kadar insanın bu soğukta, dünyanın sonunda ne yapacağı sorusuna yanıt aramakla geçiyor yolculuğumuz.

Oturur pozisyonda yarı uyur yarı uyanık geçen uçuşun sonunda karlarla kaplanmış ateş topraklarına ayak basıyoruz. Havaalanından şehir merkezine tek ulaşım aracı taksi. Yedi sekiz kilometre uzaklıkta ve yaklaşık olarak altmış beş, yetmiş bin pesos tutuyor. Saat 08:30 olmasına karşın gün henüz ağarmamış ve lapa lapa kar yağıyor. Taksinin arka koltuğunda yaşadığım bu sahne beni yıllar öncesine, çocukluk günlerime götürüyor. Tıpkı böyle gün ağarmadan yollara düşerdim kıtalararası okuluma gitmek için, henüz sokak lambaları sönmemiş, altında kar taneleri uçuşurken. Kimi zaman radyodan gelen okulların tatil edildiği anonsu dünyanın en mutlu insanı olmama yeterdi. Ne güzel günlerdi… Ama bugün çok daha güzel, çünkü bugün ben dünyanın dibindeyim. Fin del Mundo… Ötesi yok ! Biran önce hostele eşyaları atıp, bu karın altında yürümek, üşümek, donmak istiyorum.

Dünyanın neresinde olursanız olun hostel ortamı kahvaltı hakkınız olmasa da makineye dizdiğiniz sıra sıra ekmekleri teklifsizce yiyebileceğiniz hoşgörü ve misafirperverlik sunar size. Soba başında da bir güzel gidiyo ki o kızarmış ekmekler.

Ushuaia, Macellan’ın Ateş Toprakları, Temmuz ortasında eksi derecelerdeki iklimiyle, dünyanın güney ucundaki son yerleşim yeri. Bu sebepten dünyanın sonu olarak anılıyor. Bin kilometre güneyi Antarktika. Burada görülecekler listesinde Atlas Okyanusu’yla Pasifik Okyanusu arasında yer alan Beagle Kanalı, Tierra del Fuego Milli parkı, Müze hapishane, Martial buzulu var. Ancak tipi şeklinde yağan kar bir çok seçeneği olanaksız kılıyor. Beagle kanalı tekneyle yapılan 3 saatlik bir gezi. Göç mevsimi dolayısıyla penguen ve deniz aslanı görmek mümkün değil ve zaten tipi görüş mesafesini neredeyse sıfırlamış durumda. Milli park uygun mevsimde gelindiğinde günlerce kamp atılabilecek, altmış üç bin hektara yayılmış, fauna ve flora açısından son derece zengin bir doğa harikası. İçinde bir de sekiz kilometrelik tren yolu var; Ushuaia hapishanesinde yatan mahkumlar tarafından yapılmış 1900’lü yılların başında. O dönemlerde mahkumları ağaç kesmeye götüren buharlı tren ise bugün « dünyanın ucundaki tren » adı altında turistik amaçlı hizmet vermekte. Ancak parka ulaşım limandan belirli saatlerde kalkan minibüslerle mümkün ve parka giriş ile tren yolculuğu da ayrıca ücrete tabi. Bir de tren belli saatlerde işliyor. Bu mevsimde kamp atmak da mümkün olmadığından, bu tipide parka gitmek de pek akıllıca görünmüyor. Tüm bu bilgilerin edinilebileceği turism ofisi geç açılıyor. Bir de para krizi var aşmamız gereken, ki o en temel sorunumuz. Ushuaia’daki tek tük döviz bürosu çok düşük fiyattan sayıyor US Dolar’ı. Bankalar ise bu işe hiç girişmiyor. Bu sorunu çözmek de epey zaman alıyor. Tüm bunların üstüne bir de gezinin bir sonraki durağı olumsuz hava koşulları yüzünden iptal olunca yapılacak en güzel şey Martial buzuluna çıkmak. Doğal ortamda saatler geçirmeye uygun kılık kıyafete büründükten sonra hostel önüne gelen taksiye yetmiş bin pesos ödeyerek buzulun merkezine ulaşıyoruz. Martial aslında tam bir buzdağı değil, dağın tepesindeki kalıcı buz kütlesinden dolayı bu şekilde anılıyor. Kaymayı öğrenenler, profesyoneller, telesiyejler dekoru renklendirirken, en keyiflisi ayak basılmamış orman yollarına dalmak. Biraz ordan, biraz burdan derken bilinmezin peşine takılıp, tepelere doğru yol alıyoruz.. Ancak tipi başlayıp da görüş mesafesi tamamen kaybolunca tehlikeye bulaşmadan güvenli yere dönmeyi yeğliyoruz.

Merkez yedi kilometre uzaklıkta. En kötü ihtimal yoldan taksi bulur, otostop yapar, bir şekilde şehre tek parça varırız. Tipi altında o yokuş yukarı dağ yolunu ters yöne inerken, yer yer göz gözü görmezken, iş makineleri yolu açarken, susayınca buz saçaklarını koparıp çiğnerken ve eldiveni çıkarıp fotoğraf çekmemek için direnirken Temmuz’un 23’ünde dünyanın dibindesin ve doğanın sessiz huzurunu bozan tek ses ayaklarının yumuşacık karın içine gömülürken çıkardığı huzur dolu gıcırtılar. Daha iyisi ne olabilir ki?!

Tüm bunlara tezat olarak merkezde bekleyen gerçeklerle yüzleşme faslı gelip çatıyor. Öncelikli olarak ısınma, dinlenme ve beslenme gereksinimleri. Sonrasında ise her şeyden daha önemli olan bir sonraki rotanın planlanması. Gezinin buradan sonraki kısmı saatler, belki de günler sürecek otobüs yolculuklarıyla gerçekleşecek. Gezinin planına göre buradan sonra gidilecek Puerto Natales olumsuz hava koşullarına kurban gitti bile. Bu kar ve tipide en iyisi direkt El Calafate’ye gitmek olacak. Ancak seferler hava ve yol koşulları yüzünden sabah 05:00’de başlıyor. Ve bileti satan çikolata renkli dostumuz Perşembe sabahını diretirsek on yedi saat sürecek yolculuğun ısıtıcısız otobüste gerçekleşeceğinin altını çizip, bu soğukta kesinlikle tavsiye etmiyor. Üstelik biletin fiyatı ısıtıcılı olanla aynı ! Düşünüyorum da THY’de her türlü konfor eşliğinde bitmek bilmeyen on yedi saatlik yolculuk acaba otobüste nasıl geçer?! İşin içinde meşhur Ruta 40 varsa her türlü geçer! Varsın geç olsun, güç olmasın deyip Cuma sabahı 05:00 otobüsüne alıyoruz bileti.

Eeee, Ushuaia’da fazladan bir gece daha çıktığına göre bunu değerlendirip, bunca soğuk ve yorgunluğun üzerine güzel bir ziyafet çekmek için markete gidip, lomo, domates ve Şili şarabı alıyoruz. Öte yandan Buenos Aires’de duş aldığım buz gibi sudan olsa gerek ciğerlerimde volkanik patlamalar oluşuyor. Soğuk suyla duşu her mevsim severim ama galiba burada soğuğun ayarı alışkın olduğumdan bir kaç seviye fazlaydı. Ara ara nefesim kesilircesine öksürük nöbetleri geliyor. İlaç içmekten de nefret ettiğimden şifayı Şili şarabında arıyorum. Bu azimle telef olmadan Perito Moreno’ya da ayak basarım evelallah 🙂

Hostel’in sıcacık ortamında soyunup, dökünerek, ellerinle hazırladığın yemeği yemek nasıl tarif edilmez güzelliktedir. Ama daha da güzeli sobanın yanıbaşına yayılıp Şili şarabını ağzının içinde döndürürken karşıdaki pencereden sokak lambası altında deli gibi dönen kar tanelerini seyretmek. Çok mutluyum çoookkk… İki yıl önce, hemen hemen bu zamanlarda Kuzey Kutup çemberini aşıp, kuzeydeki en uç kara parçasında, güneşin batmadığı gecelerden birinde bir gece geçirmiştim. Şimdi ise dünyanın en güneyindeyim, dibinde. Cehennemin dibine gitmemi dileyen kıskançlara inat! Ohhhh, mis gibi soğuk, mis gibi kar, mis gibi Patagonya…

Hosteldeki odamız 4 kişi paylaşımlı ve oda arkadaşımız Amerikalı, şişman bir postacı. Dizlerindeki rahatsızlıktan malûlen emekli olmuş ve sıcaktan nefret ettiği için yazı geçirmek üzere buraya gelmiş. Sanırım burada yaptığı tek şey kütüphaneye gidip internetten yararlanmak ve film seyretmek. Geri kalan zamanlarda da yemek yiyor olsa gerek. Tüm bunlardan kime ne elbet de, abla uyurken kükrüyor. Aslanlar aleminin Pavarotti’siyle aynı odada uyumak pek kolay olmuyor elbette…

Ushuaia’nın en çok sabahlarını sevdim. Belki de buraya sabah geldiğim için. Günaydın demek için insanın saat 09:00 olmasını bekleyesi geliyor. Çünkü 09:00 olmadan gün aymıyor, sokak lambaları sönmüyor burada. Hani okula gitmek için uyanmış da sıcacık evinden buz gibi sokağa çıkmaya kıyamayan, o ev keyfini uzatmak için dünyaları verebilecek öğrenci psikolojisi vardır ya… İşte öylesi hınzır bir keyif kaplıyor kahvaltı sofrasını. Soba başında, ekmeklerin yanık kokusuna dışarıda lapa lapa yağan karın sokak lambası altındaki görüntüsünün karıştığı bu telaşsız kahvaltı « huzur » kelimesinin betimsel açıklaması olsa gerek. Henüz gün de ağarmadığından saat çok erkenmiş gibi geliyor ; bir yerlere, bir şeylere yetişme kaygısı uykuya yatıyor ve soba başı çay keyfi saat 11:00’e kadar sürüyor. Zaten bu karda yapılacak çok bir şey de yok.

Ushuaia’da nam salmış bir hapishane var, günümüzde müzeye dönüştürülmüş. Vakti zamanında azılı haydutların, ünlü politikacıların, bilim insanlarının, sanatçıların cezalandırıldığı bir hapishane. İçeri girmek için kişi başı yüz yirmi pesos ödemek gerekiyor. Aynı biletle bir deniz müzesiyle sanat müzesi de gezilebiliyor. Bu para verilir mi, eder mi, etmez mi derken pek de alternatif olmadığından kendimizi içeride buluveriyoruz. Hapishane ortamı ve yaşamı müzeleştirilmiş burada. Hücrelerde o dönemde yatan önemli mahkumların heykelleri var. Duvarlara asılmış açıklamalar her ne kadar aydınlatıcı olsa da gerçek bir hapishane havası solutmuyor gezenlere. Sıcak, iyi aydınlatılmış, yapay bir ortam. Düşünsenize ; hapishanede birkaç saat geçirebilmek için üstüne para ödüyorsunuz, hem de az buz sayılmayacak bir para.

Beni en çok etkileyen, devlet politikasına ters düştüğü için buraya düşmüş rektör, dinlemekten usanmadığım Carlos Gardel ve on altı yaşında, bulduğu her fırsatta çocukları öldüren ve akıl almaz suçlar işleyen psikopat Cayetano Santos Godino oldu.

İşin özü burası pek de o parayı verip gezmeye değer bir yer değil. Hatta bana göre tek görmeye değer kısım son derece kenarda, köşede kalmış beşinci kısım. Asıl hapishaneyi tüm ürkünçlüğü ve soğukluğuyla yansıtan tek yer. Bir de fazla ön plana çıkarılmadığından mı, yoksa çok soğuk oluşundan mı bilmiyorum ama neredeyse hiç rağbet görmediğinden fotoğraf çekmek için son derece uygun. Fotoğraf ne ki ; film çekilir orada.

Sonuç olarak hapishane müze « Ushuaia Jail and Military Prison » bana göre o paraya değecek bir etkinlik değilse de ziyaretçisi oldukça fazla. Belki de benim gezi anlayışıma çok uymuyordur.  Hoş, onun yerine yapılabilecek başka bir şey de yoktu şehirde hava koşulları nedeniyle.

Mideden açlık sinyalleri gelmeye başlayınca rotayı hostele çeviriyoruz. Zira bilmediğin memlekette en kaliteli ve damağına uygun yemek kendi hazırladığındır. Bu akşamın menüsünde peceto, domates ve Quilmes var. Bu memlekette en alasından bir kilo et bir paket makarnadan daha ucuz. Üstelik piştikçe ocaktan alınan etleri mutfak tezgahında ayak üstü yerken pencereden seyredilen tipi yanında hediyesi 😉 MİS gibi Ushuaia, MİS gibi kar…

Hele bir de üstüne yapılan soba başı keyfi… Biraz internet, biraz Fabio’yla lak lak, biraz da sabah 05:00’deki yolculuk heyecanı derken gece bitiyor ve kükreme senfonili uyku faslı başlıyor. Bir başka sorunsalsa ablayla kıran kırana geçen radyatör mücadelemiz. Malum, kendisi sıcaktan kaçıp buralara geldiği için -5 derece soğukta bile kalorifere tahammül edemiyor. Hoş, uykumdan uyanıp uyanıp yemek yesem ben de belki istemezdim ama biz insan öğünüyle besleniyoruz ve gece sıcak bir yerde uyumayı tercih ediyoruz 🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *